Biyografiler

 

Yusuf Ziya Arpacık ( 1.5.1958)  
Yusuf Ziya ARPACIK

1 Mayıs 1958 yılında Erzurum'da dünyaya geldi. Çocukluk yılları zor tabiat şartlarıyla mücadele içerisinde geçti. Gençlik döneminde ise, 1980 öncesindeki fırtınalı savaş günlerinin tam orta yerinde bulmuştu kendisini. İstanbul Üniversitesi’nde Tarih ilmi tahsil ederken, 13 Şubat 1978’de hapse düştü. Sür-günden sürgüne yollandığı zindanlardan defalarca kaçmaya teşebbüs etmesine rağmen, Sağmalcılar ve Yozgat cezaevinden olmak üzere iki sefer firara
muvaffak oldu...

Tamamı yaklaşık on yıl olan hapis hayatının yarısını hücrelerde geçirmek zorunda bırakılmış, kitaplar vasıtasıyla kendi kendine yabancı dil öğrenirken, cezaevlerindeki ecnebi tutuklularla bu lisanların pratiğini yapabilmiştir. Hapishaneden çıkınca da 'nerede kalmıştık?' diyerek dış dünyadaki mücadelesine kaldığı yerden tekrar başlayıp, 1992 yılında Karabağ savaşında kardeşlerine yardım için Kafkaslar’a, 2003 işgaline karşı Kerkük’e koşmuş ve devamı itibarı ile birçok ülkede Türk düşmanlarına karşı 'fiziki etkinlikler’' örgütlemiş ve kendisi de faal olarak katılmıştır. Bu arada çıkan öğrenci affından faydalanarak devam ettiği üniversiteden, 27 sene sonra da olsa tahsilini tamamlayarak diplomasını alabilmiştir.

Evli ve üç evlat babası olan yazar İngilizce, Arapça, Farsça ve Rusça bilmektedir.


Başlıca eserleri;

BAŞEĞMEDİLER
YOLBAŞI
KAN FIRTINASI
GÜN DOĞARKEN
OSMAN BATUR


*****

BAŞEĞMEDİLER

DERT SOFRASINDAN BAL YEDİLER, BAŞ VERDİLER, BAŞ EĞMEDİLER...

"İşte Gardiyan Muzo’nun cevabıyla beraber bana uzattığı bu alev alev yanan gazete kağıdı, hayatımın her noktasına ışık tutacak bir enerji kaynağı olmuştu sanki. Ben hücrede özgür, gardiyan dışarda esirdi. O dışarda korkudan titrerken, ben içerde zafer kazanmış orduların mağrur askeri gibi bir ileri, bir geri yürüyordum. Meşale gibi tuttuğum gazete kağıdı yanarak, ateşi elime dayanmıştı. Kalan parçayı bir hamlede hücre kapısından dışarıya fırlattım.

Artık özgürdüm. Esaret bedende değil, ruhta yaşanırdı. Dışarıda dolaşan milyonlarca esiri düşündüm. Kimi akşam sofrasına koyacağı bir rakı şişesinin, kimi bir çift yeşil gözün, kimi de bir arabanın. Maddeye esir olmuş ruh mahkûmları için yandı yüreğim. Acıdım... Onlar için duyduğum endişe bütün duygularımı bastırdı. Çıkış yolu bulunmayan bir esaret halkası kuşatmıştı insanoğlunu. Özgür esirler... Kafamda kıvılcım gibi çakan kavramlar mana itibarı ile yine allak bullak olmuştu."

*****

YOLBAŞI

Irak Gerçeği ve Türkmenler’in Direniş Öyküsü

"Irak’ın geçmişinde çok büyük bir etkinliğe sahip olan Türkmenler bugün itibarıyla bölgede yok sayılmaya başlanmıştır. Irak yeniden yapılandırılırken ülkenin aslî unsuru olan Türkmen varlığının dışlanması mutlaka yeni problemleri beraberinde getirecek ve bu ‘oldu-bitti’ mantığı içerisinde siyaset üretenler mutlaka hüsrana uğrayacaklardır.

Yıllar boyu zulüm yurdunda yaşayan Türkmenler yine uyutulmuşluğun ve unutulmuşluğun verdiği yeni acılar içerisinde kendi kaderleriyle baş başa kaldılar. Tam bu çaresizlik anında:

-Yalnız değilsiniz, diye haykıran bir fedaî ordusu boy verdi Türkmen topraklarında.

Ülkücü Hareket diğer Türk yurtlarında olduğu gibi, çarenin tükendiği noktada esrarlı duruşuyla yine var olmuştu."

*****

KAN FIRTINASI

AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN SOYLU DURUŞU VE BARIŞ TAHRİPÇİSİ ERMENİLER

"Orta sayfalarına kadar geldiğim kitabı kapatarak koltuk arkasındaki cebe yavaşca yerleştirdim. Uçakta boş yer yoktu. 30 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan eden ve emekleyen bir bebek devlet konumunda olan Azerbaycan’a seyahat eden bu insanları oldukça merak ediyordum. Yolculara bir göz attım. Herkes ayrı bir gaye ile aynı hedefe doğru hızla yol alıyordu.

Kimi cebine yüz dolar koymuş ve süslü elbiseler giyerek kuşanmış, işadamı edasıyla oraları çarpmaya gidiyor, kimi şarap ve rakı tüketimi için soydaşlarına yardım amacıyla, kimi de cinsel bereket tarlası olarak gördükleri sahada pratik yapabilmek gayesi ile yola çıkmışlardı. Düşmanlarının kanlı saldırıları yetmiyormuş gibi bir de öz ağabeylerinden ‘örtülü darbe’ yemeye hazırlanan Azerbaycan Türkleri, bu sosyal mikroplar karşısında nasıl direneceklerdi acaba?.."

*****

GÜN DOĞARKEN

ALTAYLAR'DAN TUNA'YA TÜRK'ÜN AYAK İZLERİ

"-Sevgili Bozkurtlar, Uç Beyleri! Gazidervişlerim! Babur kimdir? Bir okuyun, araştırın. Türk’ün azmi, güç ve iradesi onun şahsında nasıl tecelli etmiş bir bakın. Yılgınlık ve yorgunluk tanımayan kanaat önderlerinin zor günlerde buhrandan sıyrılarak ne büyük destanlar yazdıklarına ve bir millete nasıl can suyu verip ayağa kaldırdıklarına yakından şahit olun. Bunalım dönemlerinde ortaya çıkıp kuvvetli bir meşale gibi ışık saçarak milletimizin yolunu aydınlatan şahsiyetleri çok iyi tanıyın. Yunus’tan, Mevlana’dan karasevdaları, Yavuz’dan deli kavgaları öğrenin.

1969 kışında buz kesen Erzurum ayazını iliklerimize kadar sarsılarak hissediyoruz. ‘Genç Ülkücüler Teşkilatı’ adı altında faaliyet gösteren ve odun-kömür yokluğundan dolayı sobası yanmayan Ocak’ta, 50 kişi kadar oldukça heyecanlı bir dinleyici topluluğu var. Hem soğuk hava hem de konuşmacının her bir kelimesi âdeta top patlaması gibi duvarda yankılanan sert sözleri, salonu yerinden oynatıyor. Herkes bu müthiş sesin ahenk ve cazibesine kapılmış, Sovyet yayılmacılığının ulaştığı tehlikeli boyutları, kendi idraki nispetinde kavramaya çalışıyordu."

*****

OSMAN BATUR

VE ASRIN İBRETLİ OLAYLARI

"- Hey Türk, sen bu taraftan!

Görevli memur önce Çince, anlamadığımı fark edince de İngilizce olarak seslenmişti.

Çinlinin ağzından dökülen “Türk” kelimesi bomba gibi yankılandı terminalin mermer döşemeli dar avlusunda. Yolcular ve alan çalışanları bana garip garip bakıyorlar. Sanki akıbetimi görüp de halime acıyorlarmış gibi bir halleri var. Herkes bana dönmüştü.

Ancak bu yoğun ilgi fazla uzun sürmedi. Polislerden birkaçının, işinize bakın der gibi tehdit dolu bakışları ile herkes tekrar eski vaziyetini aldı. Bir an için duraksamış olan hayat yeniden başlamıştı.

Tek başımayım… Öğlen vakti… Urumçi Havaalanı dış hatlar terminali…

Görevliler yaklaşarak beni ortalarına aldılar. Koluma uzanan gevşek eli yavaşça iterek hafif ve kontrollü bir direnç gösterdim. İşe yaramıştı.

Aslında meçhul rakiplerimi kısmen de olsa küçük bir teste tabi tutmuş oluyordum."

*****

NE DEDİLER;

Necdet SEVİNÇ

Elinizde ki eser, Türk destan ve efsanelerinde ki Bozkurt gibi, bunalım zamanlarında ortaya çıkan ve toplum huzura kavuştuktan sonra da hiçbir hak talep etmeden sahneden çekilen Bozkurtlardan biri olan sevgili Yusuf Ziya Arpacık’a aittir.

Milliyetçi Türkiye mücadelesinin, nice meşakkatlere katlanmak zorunda bıraktığı Yusuf Ziya Arpacık’ın cezaevi hatıraları, elbette iki-üç gün karantinada kaldıktan veya müşahede koğuşunda ağırlandıktan sonra daha cezaevi olgusunu bile kavrayamadan salıverilenlerin kitaplarına benzemeyecektir.

Bazen tek aspirin, bazen bir bardak suya bile hasret kalışın ne demek olduğunu, hapishaneye on avukatla gelip, iki gün içinde on avukatla tahliye olanlar bilmezler. Ama Yusuf Ziya Arpacık bilir.

Günlük istihkakı olan bir somun ekmeği, kaplumbağa iriliğinde ki saldırgan farelerle paylaşmanın ne demek olduğunu onlar bilmezler. Ama Yusuf Ziya Arpacık bilir.

Kelepçeli kollar ve prangaya vurulmuş ayaklarla aç, susuz, üstelik beş parasız, birbirlerinden bin kilometre uzaklıkta ki hapishanelerden hapishanelere sürgün edilmenin, hücre’nin, tecrit’in ne demek olduğunu da Arpacık bilir.

Size masal gibi gelecek ama içinden çıkan böcekleri, âdeta erimekte olan adî plastik tabağın bir kenarına itip, çorba olduğu söylenen plastik tabakta ki sıvıyı âdeta erimekte olan adî kaşıklarla içmiştir Yusuf... Binlerce ülküdaşı gibi güneşin ısısını, toprağın kokusunu, yaprağın yeşilini unutmuştur o...

Ömrünün nice güzel yıllarını demir parmaklıklar arasında geçiren bir mücadele adamı için bu kitap betonda açan çiçektir. Sevgili hapishane arkadaşımı kutluyor, devamını bekliyorum.

*****

Servet KABAKLI

25.05.2004 Tercüman Gazetesi

Başeğmediler*

VE elimde bir kitap... ‘BAŞEĞMEDİLER’... Ancak yaşayanın yazabileceği, okuyanlara yaşatabileceği, ‘ölüm ve zulüm çemberindeki’ karanlık yıllara ışık tutan bir hatırat... Yazarı tahmin edebileceğiniz gibi Yusuf Ziya Arpacık... ‘Yusuf Hoca’, Sağmalcılar, Kartal Maltepe, Selimiye, Harbiye, Samsun, Vezirköprü, Paşakapısı, Mamak, Yozgat, Bartın ve Gaziantep zindanlarında ve işkencehanelerinde, ‘Ser verip, baş eğmeyen’ yiğitlerin, şehitlerin, hazin ama onurlu hikayesini; tam manasıyla, ciğerinden çektiği kanı mürekkep niyetine kullanarak yazmış...

Her satırı gönlümden gözlerime yürüyen kanlı yaşları damıtan bu kitabı, bir gecede soluğumu tutarak okudum ve ‘mübarek mücadele’yi bir defa daha iliklerime kadar hissederek yaşadım.
Kitabın başında ‘Betonda açan çiçek’ başlıklı bir yazı var... Ülkücü Hareket’in Aksakalı, ‘Divan Kalemi’ ve Yusuf Ziya Arpacık’ın Paşakapısı Cezaevi arkadaşı Necdet Sevinç ağabeyimiz yazmış.

Sözün doğrusu, yaşayanın yazdığı bu kitap, okunarak anlaşılır, anlaşılır ve yaşanır... Kolay kolay anlatılamaz...

Bu kitapta ‘taş mederese’nin, işkenceye karşı dimdik duran onurun, vefanın, azmin, ‘Kuran’ı baş tacı etmiş Turan Ülkücüleri’nin’ o yiğit tavrını bulacaksınız...

Yusuf Ziya Arpacık’ın bu eserinin arka kapağında ‘Dert sofrasından bal yediler, baş verdiler, BAŞEĞMEDİLER’ yazıyor. Bu söz üstüne başka söze gerek var mı?.. Öyle ise okuyarak yaşamak gerek...


*****

YAMANTÜRK

BAŞVERDİLER, BAŞEĞMEDİLER

"İki kapak arasındaki bir kitap değil, bir yürek" sanki.

İlteris Yayınları tarafından basılan ve Yusuf Ziya ARPACIK (Yusuf Hoca) tarafından kaleme alınan BAŞEĞMEDİLER isimli eseri okuduğumda gayri ihtiyari bu cümle döküldü dudaklarımdan. Bir savaşçının kaleminin bu kadar güçlü olabileceğini doğrusu tahayyül edemezdim. Ancak O, bir hayali, ütopyayı ya da kurguyu değil, yaşadıklarını yazdığı ve bunu yaparken herhangi bir kaygı (estetik, edebi vs.) taşımadığı için ortaya böylesi güzel bir eser çıktığını düşünüyorum.

*****

Selcan TAŞÇI

24 Mayıs 2004 Yeniçağ Gazetesi

BAŞEĞMEZLER

Kitabın adı, başeğmediler... Bu direniş ruhu, kendini geşmişe prangalayan zincirlerini kırıp tüm zamanları kaplayabilsin diye ben onlara başeğmezler diyorum.

Geçmişte eğmediler bugün eğmiyolar yarın da eğmeyecekler manasında.

İnsana zaman zaman, “olmaz olsaydık” dedirten iktidar eleştirmenleri, “Daha nasıl eğelim? boynumuz dizlerimize düştü, iki büklüm olduk!” deyiverecektir yine. Çünkü, Ülkücü Hareket’in mesupları, başka kişi ve kurumlar karşısında verilen, kimine göre ‘fikirden taviz’, kimine göre ‘sapma’, kimine göre’ devletin çıkarları için zehir içmeye katlanarak’ yapılan fedakarlıklar üzerine ahkam kesmeye devam ediyorlar.

*****

Nevzat BASIM

25 Mayıs 2004 Nethaber

ÜLKÜCÜ HAREKETİN GAYRİ RESMİ TARİHİ

Yusuf Ziya Arpacık, Ülkücü’lerin ‘silahşörlerinden’ bir isim... Ülkücüler arasında adı efsane gibi anlatılır: 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin başında cezaevlerinin müdavimlerinden biridir... Ellerine bağlanan kelepçeyi, bilek gücüyle kırabilmektedir... Azerbaycan’a gitmiş Ermenilere karşı, Çeçenistan’a gitmiş Ruslara karşı, silah elinde savaşmıştır...

Ülkücü kesimin "silahlı mücadelesi" ilk kez bir kitaba konu oldu... Yusuf Ziya Arpacık, 1970’lerin komando kamplarından, 1990’larda ‘uzak Türklere silahlı destek mücadelesine" kadar hayatının tüm ayrıntılarını kitabında yazdı... İlteriş Yayınları’nın ilk kitabı olan "Başeğmediler", kimi Türkçe arızalarına karşın "Ülkücü hareketin gayri resmi tarihi"yle ilgilenenlere ışık tutacak, kaynak olacak.


*****

Arslan BULUT

27 Mayıs 2004 Yeniçağ

Helallik aldınız mı?

Yusuf Ziya Arpacık, 13 Şubat 1978 günü hapse düşmüş; isyan veya firar olaylarından dolayı, neredeyse Türkiye’nin bütün cezaevlerine sürgüne gönderilmiş bir ülkücü.

5 yılı hücrede olmak kaydıyla yaklaşık 10 yıl süren bu dönemde, isyan veya firar örgütlemediği zamanlar, kitaplar üzerinden yabancı dil öğrenmiş. Yabancı tutuklular geldiğinde de onlarla pratik yapmış. Bugün İngilizce, Fransızca, Arapça ve Rusça biliyor.
Yarıda kalan üniversite öğrenimini de 27 yıl sonra tamamlayıp diplomasını almış.

Cezaevinden çıktıktan sonra, Karabağ’daki mücadele sırasında Azerbaycan’a koşmuş ve devamında bir çok ülkede “Türk düşmanlarına karşı fiziki etkinlikler” örgütlemiş ve bu eylemlere kendisi de katılmış. Arpacık, not defterini gören arkadaşlarının ısrarı ile bunları yayınlamaya karar vermiş. İlteriş Yayınları arasında çıkan ve dağıtımı da yapılan ilk kitabı, “Başeğmediler”de 12 Eylül öncesi ve sonrası cezaevlerinde yaşadıklarını, ülkücü şehitleri, işkenceleri anlatmış.

“Başeğmediler”in tanıtımı için de Erdem Karakoç’un çabası ile ülkücü harekette ilk olmak üzere, bir kitap tanıtım toplantısı düzenlendi. Toplantıda icra etmek ile yazmanın başlı başına ayrı işler olduğunu, her ikisini bir arada yapabilmenin güçlüğünü belirterek tarihten örnekler verdim.

*****

Ahmet ÇAKAR

30. 05. 2004 Ortadoğu Gazetesi

Yusuf Ziya ARPACIK (1958) Kahraman ülkücülerin toprağa düşmeyip sağ kalan yiğitlerinden... Dadaşlar diyarından.

Emperyalizme başeğmeyen kahramanların Türk’e biçilen kefeni nasıl yırttıklarını ve en olumsuz şartlarda,hiçbir karşılık beklemeden Türk’ün istiklali için istikballerini nasıl feda ettiklerini yaşadıkları olayların ideolojik yorumlarını “Başeğmediler”kitabı ile anlatmaya çalışan Yusuf Ziya Arpacık kardeşimizi kutluyoruz...

Hiçbir baskının,işkencenin,ölümün ve geçici esaretin iman ettiğimiz davamızın mücadelesinden bizi asla vazgeçiremeyeceğini bilerek davasından ödün vermeden yoluna devam eden Yusuf Ziya Arpacık zindanlarda çekilen fiziki ve fikri çileleri tamamladıktan sonra, Başbuğumuzdan aldığı işaretle Türk varlığını imhaya kalkışan düşmanla nizami ya da gayrı nizami savaş yöntemleri ile göğüs göğüse çarpışmasını sürdüren bir efsane olarak aramızda dolaşmaktadır.

Kahramanlar günümüzde sömürgeci güçle ve işbirliği yapan basın yüzünden toplum tarafından taklit edilememektir.

Ülkücüler dün canları ve kanları ile aştıkları zorlukları bugün kalemleri ile aşmaya çalışmaktadır.

Başeğmediler yüzde yüz Türk eseridir. Bizatihi kahramanı tarafından kaleme alınmıştır. Böyle biline...

*****

Arslan TEKİN

1 Haziran 2004 Yeniçağ Gazetesi

ÜLKÜCÜLER TARİHİNE BİRİNCİ DERECEDE KATKI: YUSUF ZİYA ARPACIK’TAN

‘BAŞEĞMEDİLER’

Yusuf Ziya Arpacık’ın “Başeğmediler” kitabını sıraya koyacaktım... Şöyle bir karıştırdım... Birden dikkat kesildim... Elinize alınca bırakmanız mümkün değil... Her sayfası ruh, her sayfası bir tarih, her sayfası bir diriliş...

Sade, iddiasız, akıcı bir dil... Yusuf Ziya Arpacık ne görmüş, ne yaşamış ve ne hissetmişse yazmış. Hissettiklerinin tamamını, gördüklerinin ve yaptıklarının ise çok azını yazdığı belli.

Neden her şeyin yazılmadığını okuyunca anlayacaksınız.

Ülkücüler 12 Eylül cuntasıyla hesaplaşmamışlardır.

Hesaplaşmak şart.

Yusuf Ziya Arpacık’ın kitabı hesaplaşmanın da kapısını aralıyor.

*****

Necdet SEVİNÇ

15 Haziran 2004 Yeniçağ Gazetesi

Başeğmediler, eğmeyecekler !..

Maltepe, Metris, Bayrampaşa ve Paşakapısı Cezaevleri’nde “Kemikkıran” namıyla ün yapan başgardiyanın benimle niçin uğraştığını sevgili Yusuf Ziya Arpacık’ın kitabını okuyunca anladım.

Meğer arkadaşlar onun yegâne dünyası olan hapishanede isyan çıkarmışlar. İdareye elkoymuşlar. Duruma hâkim olmuşlar. Bütün koğuşları elegeçirmişler. 30’a yakın gardiyanı rehin almışlar. Bir koğuşta mahkeme kurup, mahkûmlara kötü muamele yapan gardiyanları yargılamışlar.

Kitapta net olarak ifade edilmiyor ama öyle anlaşılıyor ki, sevgili Arpacık, birkaç hukuk öğrencisinin hâkim olarak bulunduğu bu mahkemede “savcı” olarak görev yapmış.

Eeeee. Yusuf savcı olur da Kemikkıran’ı sorguya çekmez mi?

Çekmiş.

Jandarma duruma hâkim olunca arkadaşları bir başka cezaevine sürgün etmişler. Onlar gitmiş, ben gelmişim.

*****

Sefa KAPLAN

27 Haziran 2004 Hürriyet Gazetesi

YARALI BİLİNÇLENME

Devrimci kardeşlerimizden sonra, Ülkücüler’ in eli kalem tutanları da yazmaya başladılar nihayet. Medrese-i Yusufiye’ lerin öncesinde ve sonrasında yaşadıklarını. Hiç şüphe yok ki, asıl önemli kısım, bir tür "YARALI BİLİNÇLENME" de diyebileceğimiz hapishane yılları, solcunun solcu, sağcının sağcı olduğu için değil, yönetimi ele geçirenlerin istediği gibi olmadığı için cezalandırıldığı o netâmeli yıllarda, kimlerin baş eğip, kimlerin baş eğmediği hayli tartışma götürür elbette.

Ancak, Yusuf Ziya ARPACIK, bütün Ülkücülüğüne rağmen, Türkiye’ den ziyade Güney Amerika’ nın herhangi bir ülkesine yakışacak bir "anarşist" portresi çiziyor aslında. Üstelik, olağanüstü bir film için gereğinden fazla malzeme de var kitapta. İsmail GÜNEŞ kardeşim, uyuma. Tarihe katkı olur..

*****

29 Haziran 2004 Türkiye Gazetesi

Asrın girdabında...

Sürgünden sürgüne gönderildi; yılmadı. Yaşamak zorunda olduğunu biliyordu. Birçok yerde bulundu. Milleti için kan döktü, yaralandı, yılmadı...

Tamamı yaklaşık 10 yıl olan hapis hayatının 5 yılı hücrelerde geçti. Kitaplar yardımı ve kendi kendine yabancı lisan öğrendi. İçeride olduğu dönemlerde hatıralarını yeniden gözden geçirdi ve onların bir bölümünü "Başeğmediler" isimli kitabında bir araya topladı...

Yusuf Ziya Arpacık’ın İlteriş Yayınları arasında çıkan "Başeğmediler" isimli kitabı, yakın tarihimizin siyasi hayatına farklı bir pencere aralıyor. Fotoğraflar, daha dün yaşanmış ibretli hikayeler, çeşitli tip tahlilleri ile yaşadığımız çeyrek asra ibretli bir bakış açısı getiren Arpacık, Mamak yolunda başlayan hikayesinde Raci Tetik, Aytekin Taşçı, Mustafa Yardımcı, Mehmet Aluş, Erdem Yedibela, Şahabettin Ovalı, Yunus Uzun, Ali Bülent Orkan, Ömer Uyan’ı anlatıyor. Arpacık, fotoğraflar eşliğinde hücrede nöbet, Mamak tatlısı, Harbiye işkence evi, Samsun isyanı, Sağmalcılar’da ihtilal gibi birçok olayı da yeniden hatırlıyor ve hatırlatıyor.

*****

ALPEREN ÇELİK

30 Haziran 2004

BAŞEĞMEYENLER VE EL AÇANLAR

Yusuf Ziya Arpacık Hoca’nın "Başeğmediler" adlı kitabı, bütün ülkücülerin ve hatta solcuların okuması ve kendince dersler çıkarması gereken önemli bir eser olarak karşımızda durmakta. Emeği geçen herkesten Allah razı olsun. En başta da böyle bir neslin yetişmesinde asıl pay sahibi olan merhum Alparslan Türkeş Beg’e Allah gani gani rahmet eylesin. Herkesin tüylerini diken diken eden; ‘Bizim annemiz de babamız da sensin Başbuğ’um’ cümlelerinin sahipleri, bir sahabe geleneğinin, sahabenin Peygamberimiz(a.s)’e duyduğu sevginin ve vatan uğruna anadan-yardan geçmenin en canlı timsallerini gözler önüne sermekteler. Oysa bu duygular, bir lokma daha fazla yiyecek alabilmek için birbirlerine giren ‘maddeci’, ‘bencil’ kimselerin bırakın anlayabilmeyi, hayal bile edemeyecekleri kadar ulvî duygulardır.

*****

Buğra BAŞKURT

17 Temmuz 2004 Ortadoğu Gazetesi

Niçin “Baş eğmediler?”

ELİME aldığım saatten itibaren bir solukta okuduğum kitapların biri de “Başeğmediler” adlı kitap. Ülkücülerin cezaevi direnişini anlatıyor. Yusuf Ziya Arpacık’ın şahsının çevresinde gelişen olaylardan örülen bir hayat kesiti olmakla birlikte, genç ülkücülerin ülkücü direnç kaynağını öğrenmek için okumaları gereken bir kitap.

Yusuf Ziya Arpacık, “seyyah-ı Mahkum Evliya Çelebi” olmuş. Neredeyse gezmediği cezaevi kalmamış. Gittiği cezaevlerinin hücrelerini ziyaret etmeyi de ihmal etmemiş. Kitabı okurken, Gaziantep Cezaevi Müdürü’nün makamında kendilerini nefse hitap edecek yiyecek rüşvetiyle yıldırmayı ve satın almayı düşünenlere karşı verdiği cevap, ülkücü olma şerefinin üstünde hiçbir makamın olmayacağının en güzel ispatıdır.

*****

Çetin BAYDAR

ARPACIK’TAN KUKLACIYI GÖRMEK

30 Temmuz 2004

Ülkücüyü anlatan pekçok kitap yazıldı. Ama ülküsü ile hayatını inşa edenlerin soylu tecrübeleri hep gözlerden ırak durdu. Kimi mahviyetkârenelik, kimi zamansızlık, kimi de ifadeyi meram sıkıntısı bu önemli görevi erteletti. Kılıçlaşabilen yürek, gün gelir kılıç kadar keskin kalemlere dönüşebilirdi. Nitekim Yusuf Ziya Arpacık bu vadiden kopup geliverdi.

"Baş eğmemek" Ülkücü literatürü için buğulu bir kavram. Baş eğmemek, "isyan ahlakı"na sahip olmadan yapılabilecek bir eylem değil. Başeğmeğenler, savaşmaktan ziyade zulme direnmenin sancağını taşıyanlardır. Bu bağlamda Ülkücü ruhun çelikleştiği yer, sol kuklalara karşı sokak savaşlarının verildiği alacakaranlık biçare zeminler değil, kuklacı ile sıcak temasın sağlandığı devlet kılığına girmişlerin Firavuni zindanları, yani medreseyi yusufiyeler oldu.

Yusuf Ziya Arpacık, Kuklacı hesabına hapisane çarklarını döndüren çağdaş zebanileri burunlarından yakalayıp sallayarak, bütün oyunbazlıkları ve kuklacıya kulluktaki kirli çehreleri ile teşhir ediyor. Dışardaki kavganın eğretiliği, içereye düşen zindani karanlığa rağmen ruhlarda ışıyan iman nuru sayesinde daha iyi anlaşılıyor.

Öyle bir melun çark ki, Mehmet Akif dahi olsa ona döve döve İstiklal marşını söyletmeye kalkışacak kadar ucube bir vatanperverlik iddiacısı. Yiğit ruhlara veba olup saldırmanın kirli hesapları bu medreseyi yusufiyeler olmasa anlaşılabilir miydi?

Gavurboğanlı Yiğit. Sılayı rahm için Erzurumdaydım."Erzurum’da sadre şifa ne var ne yok?" diye sorduğumda sevgili Muammer Cindilli Başeğmediler kitabını çıkarıp önüme koydu. Yazdıklarını bir solukta okudum. Erzurumun artık küllenmeğe yüz tutmuş hasletlerinden tarih önünde ölmez numuneler sunduğun için sana bir ağabeyin, bir hemşehrin, bir mahallelin olarak teşekkür ediyorum.

*****

Ümit ÖZDAĞ

7 Ağustos 2004 Yeniçağ Gazetesi

Ne polis olabildik ne de hırsız

Yusuf Ziya Arpacık’ın “Başeğmediler” adlı ikinci baskısını yapan ve en az 20 baskı yapması gereken, Ülkücü Hareketin tarihinin çok ustaca yapılmış anlatımı niteliğini taşıyan kitabının önsözünün ilk cümlesi “Ne polis olabildik ne de hırsız, diyordu arkadaşım” şeklinde başlamaktadır. Bu cümle gerçekten çok önemli bir politik analizi ortaya koymaktadır. 12 Eylül sonrası çok uzun süren travmanın bir sonucunda yapılan tespittir. Tespit bir anlamda bir çok ülkücünün kendisi ile ilgili ruh halinin de anlatımıdır.

……Yusuf Ziya Arpacık’ın kitabını okuyunca her ülkücünün kendisine olan saygısı artacak, önümüzde uzanan 10 yılda verilecek büyük mücadeleye girmek için içimizdeki kararlılık güçlenecektir. Arpacık’ın kitabı şöyle bitiyor, “Bu yüce duygu ile bizler hergün yeniden doğarız, bizden kim usanası diyen Yunus gibi, berrak ve taze kalmanın sırlarını yakalamışken, hedefe doğru doludizgin at koşturalım.

Hayalkırıklığı mı?. Asla !. Yılgınlık yok, yıkılmak yok!.”

*****

Orhan KAVUNCU

12 Eylül 2004 TÜRK YURDU

BU AY OKUDUĞUM KİTAPLAR

Ben bu işi düzenli aralıklarla yapamıyorum. Yine uzun bir aradan sonra meraklılarına merhaba. 12 Eylül hatıralarını yazmalı ülkücüler diye düşünüyordum ve burada da yazmıştım sanırım geçen sefer. Memnuniyetle gördün ki, Arpacık ‘Başeğmediler’ diye yazmış, ilteriş yayınları da İstanbul’da 2004 yılında basmış... Hayatın Kıyısına Düşen de M. Naci Bostancı’nın (Alternatif Yayınları, Ankara, 2002) okuduğum ikinci romanı, o da ülkücülerin 12 Eylül sonrası yakın hayatını romanlaştırmış. Dedim ki, kendi kendime, ‘Yusuf Hoca’nın hapishane sonrası da çok renkli bir hayatı var, Naci ile tannışmıyorlarsa ben tanıştırsam da, anlatsa Naci’ye, Naci’de yusuf Hoca’nın romanını yazsa ne güzel olurdu, hatıralar kadar gerçekçi olurdu, ama hatıralardan daha yalışırdı.’ Çünkü hayat bir roman olunca siz kendiniz hatırlarınıza o romanı yansıtamıyorsunuz.

İlteriş Yayınları, Başeğmediler kitabını 2004’te basmış. Yusuf Hoca namıyla maruf Yusuf Ziya Arpacık tarafından yazılan kitap, albüm ile birlikte 295 sayfa. Tanıtma yazısını, yanlışlarını göstermek, tenkit etmek için yazmayınca, ne yazabilirsinizki kitap hakkında okuyun kardeşimden başka? Bu da işte öyle, ülkücüyüm diyen herkesin, bilhassa gençlerin okuması gereken bir kitap.

Tenkidim yok dedim ama, gördüğüm bir eksiğide belirtmeliyim; yanlış anlamalara yol açabiliyor. Bartın Cezaevi... Yusuf Hoca, idarenin "Karıştır barıştır" uygulamalarını anlatırken, tezvirat olmasın diye tahminim, karışık koğuşu tercih eden bir ülkücü büyükten adını vermeden bahsediyor ve nefis bir "Nalıncı baba" hikayesi anlatıyor. Ben de o zaman aynı cezaevinde yatan ve rahatsız olan bir arkadaşımı düşünmüştüm. Sonra o arkadaşımla konuşunca anladım ki, o değilmiş. Bu tip yanlış anlamalara imkan vermemek için ve hakkaniyet adına, yaşanan beraberliklerden böyle bir hatıra kitabında bahsetmeliydi diye düşünüyorum. Eksiklik diye ifade ettiğim bu husus, nihayet sadece beş on kişinin dikkatini çekecek, genel okuyucu kitlesi bakımından çokta önemli olmayan bir eksikliktir ve Yusuf Hoca’nın titizliği, tezvirat yapmamak içindir. Ben bu kitap tanıtma yazılarını, arkadaşlara okunacak kitap tavsiye etmek içinde yazıyorum.

Yusuf Hocayı tanıyanlar, abartı gibi sanılacak bazı hatıraların abartı olmadığını bilirler. Yusuf Hoca’nın kitapta hatıralarını yazdığı dönemden sonraki hayatı da en az bu kitaptaki kadar diri ve dolu bir hayat. Onun için diyorumki, Yusuf Hoca hapishane sonrası hayatını da kitap yapmalıdır. Ancak bu defa kendi yazmasa da, birisine anlatsa ve o da yazsa, sanki daha güzel olacak. Hoca iyi yazamadığı için değil, ama hoca kendisini anlatırken zorlandığı için, alçakgönüllü davrandığı için. Tabiî o kişi, eli roman için kalem tutan biri olmalı.

*****

SERVET KABAKLI

05.07.2004 Tercüman Gazetesi

Bu ne sevgi ah!..

İŞTE e-posta adresime düşen bir şiir... Bu şiir, beni 78`li yılların Elaziz`ine, o kara günlere kadar götürdü... O sıralarda Elaziz`e, `Devletin Valisi` sıfatıyla tayin edilip, `komünist terör çetelerinin hamisi` gibi davranan bir yönetici bozuntusunun karşısına, hukuk` çerçeveden asla çıkmadan, daha 22 yaşını süren `milliyetçi, ülkücü bir gazeteci` olarak dikilmiştim. Bu sebeple, o `Vali Ağa`nın hukuk dışı emriyle gözaltına alınmış, sevk edildiğim savcılık tarafından, gözaltına alınışım `kanunsuz` bulunarak, derhal serbest bırakılmıştım. İşte, beni o gün savcılığa götürürken gözleri dolan, aldığı emir gereği görevini yapan, ama yaptığından hicap duyan bir komiser vardı... Bu yiğit ve duygulu `vatan evladı`nın adı Halil Kısakol`du...

26 yıldır görüşmediğim `Halil Ağabey`, hep gönlümdeydi... Şimdilerde Emniyet Müdürü rütbesini şerefle taşıyan Halil Kısakol`du bu şiirin şairi... Bana ve Yusuf Ziya Arpacık kardeşime, bizim şahsımızda, `Müslüman Türk Milleti`ne Hizmet Davası`nın çilesi çeken bütün gönüldaşlarıma ithaf edilmişti bu şiir... Takdim ediyorum...

`BAŞEĞMEDİLER`
Çok yad ediyorsun geçmiş günleri,
O kadar yaramıza dokunma hocam.
İçimi titretir `vefa dünleri`,
İki vefasızdan yakınma hocam!..
`Ah`ları kalmasın tüm şehitlerin,
Yasin Uçar`ların, Melih Kunter`in.
Ağzı kemik, dili yalak itlerin,
Dişini kırmakla yetinme hocam!..
`Gakkoş Diyarı`ndan beri geliriz,
Sözde aydın(!) valileri biliriz!
Yakasından tutanları tanırız,
Yanındayız, uzaklara bakınma hocam!.
Bu milletten çok değerler çalındı.
Ağlanacak halimize gülündü.
Bozkurtlarım gönüllere salındı,
Günü geldi!.. Dönüş yakında hocam!..

Not: Yusuf Ziya Arpacık`ın `Başeğmediler` kitabıyla ilgili, Tercüman`da çıkan yazınız üzerine aynı gün yazıldı, rahatsızlık haberiniz üzerine gönderildi. Saygı ve sevgiler...

*****

YamanTürk

ERİŞİR FETHE, FEDAİSİ OLAN DAVALAR…

16 Mart 2005

Türkmenem hey Türkmenem
Unutulmuş tek menem
Musul, Kerkük ilinde
Unutulmuş Türk menem
Din kardaşım, yoldaşım
Vurur kaldırsam başım,
Sahip çıkmaz soydaşım
Avutulmuş Türk menem

16 Mart 2005. Saat 01.40..
Alem kaçıncı uykuda kimbilir. Benimse çarmıha gerilmiş gözbebeklerime uyku öylesine uzak ki.. Tarifsiz hislerin istilasında tüm bedenim. Anlatılmazlığındayım bir sevdanın.. Yaşamaksa bunun adı; eh işte yaşıyorum tesbih gibi özlemini duyduğum kutlu beldelerin hasretini çekerek….

Yusuf Hoca’ mın (Yusuf Ziya ARPACIK) kaleme aldığı ve İlteriş Yayınları tarafından basılan "YOLBAŞI - Irak Gerçeği ve Türkmenler’in Direniş Öyküsü" adlı kitabını akşam üzeri okumaya başladım. Ve tıpkı BAŞEĞMEDİLER adlı kitabında olduğu gibi, bitirmeden bırakamadım.

*****

Kerkük Türkmenlerinin mücadelesi kitap oldu

18 Mart 2005 Yenişafak Gazetesi

Irak’taki Türkmenlerin mücadelesi kitap oldu. Yusuf Ziya Arpacık’ın kaleme aldığı "YOLBAŞI" Irak Gerçeği ve Türkmenlerin Direniş Öyküsü adlı kitap dün akşam Kaşibeyaz Restaurant’ta düzenlenen bir geceyle tanıtıldı. Yusuf Ziya Arpacık’ın bizzat sahaya giderek gözlemlediği olaylardan derlenerek Kerkük ve Musul’daki Türkmenlerin mücadelesinin anlatıldığı kitap İlteriş Yayınları’ndan çıktı.

Türkmen Milliyetçi hareketi Genel Başkanı Hüsamettin Türkmen’in sunuş yazısıyla takdim edilen eser Irak’ta özellikle Kerkük ve Musul’daki Türkmen kardeşlerimizin ne tip sıkıntılar çektiğini gözler önüne seriyor. Kitap bütün kitapevlerinde bulunabiliyor.

*****

JİTEM’ci Ersever’in Aydınlıkçı sevgilisi olduğu ortaya çıktı

24 Mart 2005 Zaman Gazetesi

Erkan Acar

Ankara’da 4 Kasım 1993’te ölü olarak bulunan Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Timleri’nin (JİTEM) kurucusu emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever’le ilgili yeni bilgiler ortaya çıkıyor.

Bugüne kadar Ersever’in PKK itirafçısı olan ve kendisi ile birlikte ölü olarak bulunan Nevval Boz ile ilişkisi olduğu biliniyordu. Ancak ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden olan yazar Yusuf Ziya Arpacık’ın kaleme aldığı ‘Yolbaşı’ isimli kitabında Ersever’in İşçi Partili bir sevgilisinin de olduğu ortaya çıktı. Söz konusu iddia Yolbaşı-(Irak Gerçeği ve Türkmenlerin Direniş Öyküsü) isimli kitapta Irak Türkmen Milliyetçi Hareketi lideri Hüsamettin Türkmen’in anlatıldığı bölümde yer alıyor. Türkmen’in Ersever ile 1976’da tanıştığı ve onunla çeşitli ‘kontra’ faaliyetlere katıldığı belirtilen kitapta, şu ifadelere yer veriliyor:

“Ersever’in yıldızının kaydığı günler yaklaşmaktadır. Ayça Gedikoğlu isimli Akçaabatlı ‘Aydınlıkçı’ (bugün İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek etrafında örgütlenen grup) genç bir kızla ilişki kurmuştur. Bu olay Hüsamettin Türkmen ve diğer arkadaşları tarafından tasvip edilmez. Asena, Umay ve Yaprak adında üç kız evlat sahibi olan Cem Ersever’in böyle bir ilişkiye girmesi ağır bir eleştiri almış, hele de kızın bir örgüt mensubu olması işi çok daha vahim bir boyuta getirmişti. Arkadaşlarının çoğu onu terk ettiler. Türkmen, son bir defa kendisiyle konuşmak istedi, ancak sonuç aynıydı.”

Ersever’i tanıyanlar, Gedikoğlu ilişkisini duymadıklarını belirtiyor. Ersever’in avukatlığını yapan olan BBP İstanbul İl Başkanı Emin Emir, Gedikoğlu ismini ilk defa duyduğunu anlatıyor: “Ayça Gedikoğlu’nu tanımıyorum. Ersever’i, öldürüldükten dört sene öncesine kadar tanırım. Ondan önceki dönem olabilir. Ayrıca Nevval Boz’un bir kod adı vardı. Gedikoğlu kod adı olabilir mi onu da bilmiyorum.” Aydınlık grubuna ait yayın organlarında çalıştığı sırada Ersever ile röportaj yaparak yayınlayan gazeteci-yazar Soner Yalçın da “Ersever ile sık sık buluşup görüşürdük; ancak Gedikoğlu diye birini tanımıyorum. Böyle birini ilk defa duyuyorum.” şeklinde konuşuyor.

*****

SERVET KABAKLI

28.03.2005 Tercüman Gazetesi

‘Yolbaşı’nda Bir Serdengeçti...

YUSUF Ziya Arpacık adı hafızalarınızdadır. Dadaşlar Diyarı’nda, ‘Can Aras’ misali doğan, ‘Erzurum’dan başın alıp’ Türkiye’de ‘baş verip, baş eğmeyen’ yiğitler ve şehidlerle birlikte ‘komünist emperyalizme’ karşı baş koyan ‘Yusufiye Medresesi’ mezunu bu Serdengeçti’nin; ‘yaşadıklarını yazdığı’ ilk kitabı ‘Başeğmediler’den, daha önce sizlere bahsetmiştim.

80 öncesinden başlayarak, 12 Eylül darbesi sonrasında, sorgu merkezlerinde ve cezaevlerinde yapılan insanlık dışı işkencelere karşı, kimi şehadet şerbeti içmiş dostlarıyla beraber, ‘Ülkücü direnişin sembolü olan’ Yusuf Ziya Arpacık’ın, nam-ı diğeriyle ‘Yusuf Hoca’nın haysiyetle çekilmiş çileyi anlattığı ilk kitabı ‘Başeğmediler’in, 13’üncü baskısı da tükendi.

Yusuf Hoca, ‘Bıyığı tarak kavramamış’ yiğitlerden biri olarak girdiği ‘zindandan’ çıktıktan sonra, İ.Ü Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yarım bıraktığı ve 24 yıl ara verdiği tahsilini, çetin hayat şartlarına rağmen, 27 yıl sonra tamamlamayı başarmıştı.
Eşi bulunmaz bir serdengeçti olan, cezaevinden çıktıktan sonra, Erzurum’un ‘Can Aras’ı misali 90’lı yıllarda ‘Hazar’da çalkan’alanan, Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’nda cephede, en ön safta vuruşan Yusuf Hoca, bu defa, yine bir başka ‘gönüllü çile’nin hikayesiyle; Türkmeneli’nde, Musul’da Kerkük’te, ‘Serdengeçtilik zekatı olan’ ve yaşayarak yazdığı bir kitapla çıkıyor karşımıza...

Yolbaşı...
IRAK’TAKİ Türkmen kardeşlerimize destek olmak üzere, sırt çantasını kaptığı gibi yine ‘çetin yollara düşen’, oralarda yaşadığı olaylarla birlikte, geçen yüzyılın başından itibaren, Kerkük ve Musul başta olmak üzere Türkmeneli Türklüğü’nün varolma mücadelesini, tarih” gerçekler ve hatıralar ışığında derleyerek 253 sayfalık önemli bir eser haline getiren Yusuf Ziya Arpacık, bu kitaba ‘Yolbaşı-Irak Gerçeği ve Türkmenler’in Direniş Öyküsü’ adını koymuş.

Yusuf Hoca, şu sıralarda 3’üncü baskısını yapan bu eserinde, tarihi belgeler ışığında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ‘Irak ve Türkmen politikasızlığı’nı, bu politikasızlığın müsebbibi olan ‘zıp zıp akıllıların’ dahi anlayabileceği bir üslubla ve çok güzel bir Türkçe ile ortaya koyuyor...

Evet, Yusuf Ziya Arpacık, bu eserinde de o akıcı üslubuyla, duygu ikliminde dört nala at koşturan bir serdengeçti süvari misali; gözlerimizi ve gönüllerimizi terkisine alıp, Türkmeneli gezisine çıkarıyor. Altunköprü’de, Tel Afer’de hüzün bulutları çöküyor üstümüze, dil feryadları tutuşuyor, yakıyor bedenimizi... Vatanı uğruna bedenini tutuşturan Türkmen kızının hayat hikayesini, sanki kendi gözlerimizle görmüşçesine okurken, gönül yaşları göz pınarlarımıza yürüyor... Ve bir anda Kerkük, Musul, Tel Afer sokaklarında buluyoruz kendimizi... Zulmün, namussuzluğun, ihanetin kol gezdiği Türkmen ellerinde, Allah’a sığınan Türkmen kardeşlerimizin çilesini yaşıyoruz...

*****

Nazif OKUMUŞ

30 Mart 2005 Takvim Gazetesi

Yolbaşı

Her birimizi can evinden vuran hadiselerin üzerine bir sünger çekmede üstümüze yok! Sanki böylesi konularda "özel eğitimli" gibiyiz! Gamsız, vurdumduymaz, nemelazımcı ve unutkan! Belki de "Her şeyi karşımızdakilerden bekliyor", o şeylere karşı hassas olarak da, tavır ve tepkinin başkaları tarafından konmasını arzuluyoruz. Bireysel sorumluluklarımızı unutarak ve gereğini bizzat yerine getirmeyerek, kendi adımıza da başkaları görev yapsın istiyoruz. Böylesine "özel hassasiyet" taşıyan alanlarımızdan biri olan Musul Kerkük konusunda da, üzerimize şal örtülmüş gibiyiz. Birkaç ay öncesinin o sıcak ortamında gündemimizi meşgul eden bu konu, şimdilerde sadece "cılız" söylemlerle hatırlanabiliyor. Geçen hafta bir askerimizin, "Zaten Irak konusunda politikamız da yoktu" şeklindeki yorumunu bile "Durduk yerde bu beyanat da nereden çıktı?" gibisinden hayret ve şaşkınlık ifadeleriyle değerlendirip yine arşive havale ediyoruz. Böylesine aymazlıklarla kendi acil meselelerimizden kaçarken, durumdan vazife çıkartıp millet, kardeş ve insan olma şuuruna sahip refleksle hareket eden "isimsiz kahramanlarımız" da var Allah’tan...

Çoğumuz sırtüstü yatıp horul horul uyurken, onlar ülkeleri ve milletleri için insanlık adına gecelerini gündüzlerine katıp mücadele ikliminde yer alıyorlar. Rüzgara göre savrulma yerine, rüzgarın yönünü değiştirmeye çalışıyorlar.

Kendini milletine adamış İşte bunlardan biri de, Yusuf Ziya Arpacık adında bir Türk... 1958’de Erzurum’da doğan kara yağız bu Türk evladı, kendini adeta milletine adamış ve nerede sıkıntı, dert, acı ve gözyaşı var, orada yerini almış. Bir yolunu bulup sınırlar ötesine uzanmış ve küresel emperyalizmin baskıları altında ezilmek istenen soydaşları için, elinden gelen gayreti fiilen göstermiş. Nemelazımcı olmamış, vurdumduymaz davranmamış ve adeta kelle koltukta dolaşmış. Bakü sokakları Kızılordu’dan kalma tanklarla çiğnenirken, Azerbaycan Türklüğü için canını dişine takarak koşturan Yusuf Ziya Arpacık, ABD’nin Irak işgalinden sonra da Türklük’ün yediveren güllerinden Kerkük’e koşmuş. Telafer, Musul ve Kerkük’teki Türkmenler’le ateş çemberini yarmaya çalışmış. "Al kan’ım, /Kes damarım, al kanım.../Kerkük’üm sana feda, /Malım, canım, al kanım..." diyenlerle mücadele ateşinde kor olmuş. Ve yaşadıklarını, gördüklerini, dinlediklerini hissettikleriyle birleştirip şimdilerde piyasaya çıkan "YOLBAŞI" adlı kitabı yazmış.

*****

Alperen ÇELİK

1 Nisan 2005

SEVDA YOLU

Kerkük’teki gardaşları onu bekliyordu, Musuldaki fedailer onun yolunu gözlüyordu. Ve hiç tereddüt etmedi duvarda asılı duran çantayı sırtına vurup çıkmak için…

İşte böyle bir Yol gerçeğini anlatıyor “Yolbaşı”nda Yusuf Ziya Arpacık Hoca. Ülkücü hareketi tanımak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir yapıt. Okumalılar ki ateş çemberinin içerisine gül bahçesinde gezintiye çıkıyormuşçasına girebilmenin, ancak yüreğinde yüce bir sevdayla mümkün olabileceğini görsünler.

Bu sevda, Ozan’a binlerce kilometre yolu katedip Kapıkule’ye Türk bayrağının dalgalanışını seyretmeye getiren sevdadır. Bu sevdadır ki zindanları, tabutlukları, küf kokan mahpusları Yusufiye yapan… ve o Türkmen Aslanı’nın dediği gibi:

Sevda’nın yolunda hayatın ne önemi vardır…

Yüreğine kalemine sağlık Yusuf Hocam…

*****

ÜLKÜCÜ SANATÇILAR "YOLBAŞI"NDA BULUŞTU

23 Mart 2005

İstanbul Pera Palas Otel’de Yusuf Ziya Arpacık’ın Türkmen direnişini öyküleştiren kitabı “YOLBAŞI” için Ülkücü Sanatçılar biraraya geldi. Ahmet Şafak, Mustafa Yıldızdoğan, Osman Öztunç, Atilla Yılmaz ve Ali Kınık birer değerlendirme yaparak gündeme ilişkin tesbitlerde bulundular.

Sunuş konuşmasını Erdem Karakoç yaparken son değerlendirmeyi de Ülkü-Tek İstanbul İl Başkanı Erdinç Balcı yaptı. “BAŞEĞMEDİLER” ve “YOLBAŞI” kitaplarının yazarı Yusuf Ziya Arpacık:

“Irak’tan ülkemize ulaşan bilgiler kirli bir süzgeçten geçerek Türk ve Dünya Kamuoyuna ulaşmaktadır. Temiz bilgileri emperyal rafinelerden kurtararak kamuoylarına taşımak maksadıyla bu kitap kaleme alındı. Sağlıklı değerlendirmeler yapılması için sağlam verilere ihtiyaç vardır. Burada Irak Türklerinin gerçek mücadelesi ve gerçek önderleri görülecektir. Bölgenin haritasını yeniden çizenler, babamızın oğlu değiller. Bizi neden ‘es’ geçsinler?.. Emperyal güçlerin her faaliyetine karşı durabilecek hazırlıklara ihtiyaç vardır…Ülkemizde var olması gereken hazırlıkların yanında işgalcilerin olduğu Türk-Kerkük’te de bir dik duruş çizgisi oluşturmak gerekmektedir. Dik duran Türkmen yiğitleri de Türkiye’nin tanıması lazımdır.”

İstanbul Ülkü Ocakları eski Başkanı Erdem Karakoç: “Yolbaşı Yusuf hocanın ikinci kitabıdır.. Yolbaşı’nı öncelikle ülkücü kamuoyu oluşturuculara ve onlar aracılığıyla Türk kamuoyuna taşımak güzel olacak. Başbuğumuz kamuoyu oluşturmayı birincil meselelerimizden sayarlardı. Kamuoyuna taşıyamadığımız, kamuoyuyla bölüşemediğimiz düşüncelerimiz ne denli önemli olurlarsa olsunlar beklenen etkiyi oluşturamayacaktır.

Irakta kurulan denklem yanlış bir denklem olmuştur. Müslümanlar zalimlerin insafına bırakılmış, Irak Türkmenleri yok sayılmıştır. Çareler tükenmiş, ülkücülerin kullanabileceği bir önalmadan başka çıkar yol kalmamıştır. Irak Türklerinin direnmekten başka yapacakları akılcı başka çözüm yolu kalmamıştır. 1964 yılında Yeşilada Türklüğü katledilirken Türkiyenin müdahalesinin önü tıkanmış, Türkiye Amerika başkanınca tehdit edilmiştir. Ancak Türkiye beklemesini bilmiş, gerekli hazırlıklarını yapmış ve on yıl sonra 1974 Yeşiladayı denetim altına almıştır. Şimdi türkmeneli’nde 1964’lerin yeşil adasının iklimini görüyoruz. Irak Türkleri çözülmemeli, Türkiyeye bağlılıkları ve güvenleri sarsılmamalı ve biz Türkler unutmayız, günü gelince gereğinin yapılacağı ruh iklimi hazır tutulmalıdır…

Yusuf Ziya Arpacık Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in kutlu yolundaki yürüyüşüne Türkmeneli’ndeki ülkücülerle birlikte devam ediyor. Ayyıldızlı albayrağın gölgesini oralara taşıyor. Çölün kızgın sıcaklarında korunmak için albayrağın gölgesinde başka bir sığınacağımız yer olmadığını Türkmeneli’ndeki Türklere anlatıyor. Başarıyorda… Tanrı kılıcını ve kalemini keskin eylesin.

Ülkücü sanatçı Ahmet Şafak: “Öncelikle Yusuf ağabeyimi kutluyorum. Ayyıldızlı albayrağın dikileceği yer olan Türkillerini çalışma alanı olarak seçmiş. Yeşermiş ektiği tohumlar… Azerbaycan tv lerine çıktım. Her çıkışımda ağabeylerimin Karabağdaki serüvenini anlattılar. Destan yazmışlar… Bütün Türkillerinde dalga dalga yayılan bir etkileri var. Kafkaslardaki izleri silinecek gibi değil. Yusuf hoca ve arkadaşları… Bozkurt Taburuyla gönüllerdeki yerlerini almışlar. Türkmeneli’nde bu özdeş yürüyüş sürüyor. En güzeli de alan çalışmalarının kendi kalemin de Türk kamuoyuna taşınmış olmasıdır. Ağabeyimin iletisini kulaktan kulağa, dilden dile ülkeden ülkeye taşımak benim için kutsal bir görevdir.”

Mustafa Yıldızdoğan: “Eylemli ülkücülük, onunla koşut kitaplı ülkücülük Yusuf hocamın ancak üstesinde gelebildiği bir iştir. Bizler Kerkük’ü kasetlerimizle ve sahne çalışmalarımızla Türk kamuoyuna taşıyacağız.Verilmek istenen iletiyi ilgili ilgisiz her Türke taşıyacağız ve onları ilgili kılacağız.”

Osman öztunç: “Hocam Allah için savaşıyor.Kelle koltukta savaşıyor.Ben ağabeylerimin işaret ettiği çizgide yolbaşındaki iletiyi Türklere taşıyacağım.”

Attila yılmaz: “Örnek ülkücülüğü ortaya koyanlara ne mutlu.” Ali Kınık: “Yusuf ağabey tohum ekmeye devam ediyor. Tohumlar yeşermiş bile Saygılarmı dile getirmekten başka ne diye bilirimki.”

*****

YOLBAŞÇILARI, ‘YOLBAŞI’NI İMZALADI

25 Haziran 2005 Ortadoğu Gazeyesi

Ülkücü Yazar Yusuf Ziya Arpacık’ın ikinci kitabı Yolbaşı ve yazarına olan ilgi artarak sürüyor. Iraktaki Türklerin direnişçilerini ve direnişini anlatatan Yolbaşı ile On iki eylül öncesi ve sonrası Ülkücü dik duruşun öyküsü ‘Başeğmediler’ elden ele dolaşırken okuyucular Yusuf Ziya Arpacık’ı buldukları yerde yazarın kendisine, bulamadıkları ya da yetişemedikleri yerdeyse MHP İl Başkanı İhsan Barutçu’ya, İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Yüksel Kaleci’ye ve teşkilat ileri gelenlerine imzalatmanın yolunu arıyor.

*****

SERVET KABAKLI

25.02.2006 Tercüman Gazetesi

Hocalı Katliâmı ve Koçaryan!..

AZİZ gönüldaşlarım, yukarıda okuduğunuz “gerçekleri, tamamıyla gerçekleri”, benim aziz kardeşim, Ülküdaşım, “Türk Dünyası’nın Serdengeçtisi” Yusuf Ziya Arpacık’ın, 3’üncü ve son kitabı olan “Kan Fırtınası*”nın girişindeki “Hocalı Kırgını” adlı bölümden özetledim... Yarın, yani 26 Şubat Pazar günü, Öz be öz Türk toprağı olan Dağlık Karabağ’ın, halen Ermeni işgali altındaki Hocalı Şehri’nde Rus destekli Ermeniler’ce gerçekleştirilen, 1600 civarında Azerbaycan Türkü’nün işkencelerle şehid edildiği katliâmın 14’üncü yıldönümü...

*****

Mustafa ASLAN

1 Kasım 2005

YUSUF ZİYA ARPACIK...

İnsan hayatında kıymetliler vardır…

Kıymetleri kadar sevilenler, sevildikleri kadar özlenenler vardır…

Kıymetleri arttıkça sevilen, sevildikçe özlenen, özlendikçe varlığıyla iftihar edilenler vardır…
Yusuf Ziya Arpacık; benim ve bütün Ülküdaşlarımızla paylaştığımız fikir dünyamızdaki; özlenenlerden, özlendikçe sevilenlerdendir...

Arpacık soyadıyla müsemma bir kişiliktir Yusuf Ziya… Gezle gözün buluştuğu noktada, hedefi doğrulayan,hedefi hedef haline getiren konumdadır…

Yusuf Ziya Arpacık; kendini tanıyan bütün dostlarına; “İyi ki varsın Yusuf..” dedirtmeyi sessizce başaran bir dervişlerdendir…

Yusuf Ziya Arpacık’ı tanıdığım güne şükrediyorum ve tanıdığım günü de hatırlamıyorum…O’nu doğduğu günden beridir tanırım diyesim geliyor…

Yusuf Ziya; arandığı zaman bulmanın kolay olmadığı; ama lazım olduğu zaman hiç aramaya gerek kalmadan lazım olduğu şekilde safta yerini almayı başarmış bir Ülkü Savaşçısıdır…

Bunları yazarken; haberi olduğunda, suratının tevazudan alacağı şekli de biliyorum…

Ama Yusuf Ziya Arpacık; aslında hakkında destanlar yazılması gereken bir dostumuz olduğunun –eminim- farkında değildir…

Kahramanlar hep böyle değil midir? Gaziler, hep böyle değil midir? Gazi kahramanlar; yapmaları gerekeni, yaptıklarının doğallığıyla yaşamazlar mı?... Oysa onların yaptıkları, onların yaşadıkları; kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa destanlaşarak anlatılacaklardandır… Kendileri sıradan olmadıkları için yaşadıkları da sıradan değildir…

Her Ülkücü Turancıdır elbette… Turancılığın gereklerini yapmak ise; her ülkücüye elbette nasip olmaz!... Turan uğruna fiilen savaşçılığı; Yusuf Ziya Arpacık, gönüllü seçmiştir… Cezaevlerine Yusufiye diyenlere, hep itiraz etmişimdir… Ceza evi, cezaevidir…Yusuf Ziya; bile bile cezaevlerini tanıyan ve oraları da islah eden Dervişlerdendir… Cezaevlerine her zaman suçluların koyulmadığı da Türkiyemizde maalesef olağan sayılan acayip işlerdendir…

12 Eylül Kıyametinin senaristleri; Türk Coğrafyası, Türk Devleti üzerindeki oyunlarını sergilerken işbirlikçilerine,ülke içinde olmadık işler de yaptırmışlardır…Bunların içinde en utanılası uygulamaları; bu vatan için, hürriyet için, Turan Ülküsü için ölümü göze alarak kahramanlaşanları, Büyük Senaristin talimatıyla cezaevlerine koymalarıdır…

Karakolun önünden geçtiği için olmadık kahramanlık hikayeleri anlatanların yanında; bir ömür sayılacak kadar cezaevlerinde yatan; cezaevlerine ıslah edilmek üzere koyulup islah edilmez suç makineleri olarak çıkanların inadına, yıllarca cezaevlerinde yatmalarına rağmen hem cezaevlerini düzelten hem de cezaevlerinde kendilerini yetiştiren ender kişiliklerdendir Yusuf Ziya Arpacık…

Aslında Yusuf Ziya Arpacık’a karşı ödenmeyecek borcumuzun olduğunu kabul etmemiz lazım… Yusuf Ziya Arpacık ve onun gibi yanarak pişen Ülkü Devlerimiz’i, bizim anlatmamız lazım…

Bu devlerin unutulmalarına asla izin vermememiz lazım!... Bu Ülkü Devleri; kendilerini anlatamazlar!... Bu Devler; yaşadıklarını, yaptıklarını anlatamazlar!... Tarihe şerh düşmek için kalem kağıt alırlar ellerine ama edepleri, adapları; kendilerini, yaşadıklarını, gördüklerini anlatmalarına asla izin vermez!...

“Baş Eğmediler” kitabını da su içer gibi okumuştum Arpacık’ın… Hücresinde kendisine kibrit vermekten korkan, gazeteyi büküp uzatıp ucunu yakarak Yusuf Ziya’ya veren meşhuuuur gardiyanın tarifinde ağlamıştım… O tarifte Yusuf Ziya Arpacık; “Ben hücremde hürken, gardiyan dışarıda mahkumdu..” tarifiyle satır arasında kendini tarif etmişti… Kendisiyle beraber Ülkü Devlerini tarif etmişti… Yusuf Ziya Arpacık; bir başka şeyin de ispatıdır…Sıradan bir kavgacıyla, sıradan bir askerle Dava Adamı arasındaki farkın mükemmel bir örneğidir o… Gerektiğinde savaşan, gerektiğinde ceza yatan, gerektiğinde sadece okumakla yetinmeyip yazan, yazarak Davasını anlatan istisnalardandır Yusuf Ziya Arpacık…

“Kan Fırtınası” adlı kitabını da başladım ve bitirdim… Sular gibi içtim elbette!... Turan ve Turancılık uğrunda savaştan savaşa, cepheden cepheye koşan Yusuf Ziya Arpacık’ın; Azerbaycan’da yaptıklarının bazılarını, başka arkadaşlarımdan dinlemiştim. Kan Fırtınası’nda Yusuf’un kendi ağzından, kendi kaleminden yaşadıklarını okurum hevesiyle; bir gecede iki kere okudum kitabı… Yusuf’un edebinin-adabının kendini anlatmasına izin vermeyeceğini biliyordum ve yanılmamıştım!... Sıcak savaş sahnelerini, birkaç bomba ve silah sesiyle tarif ederek anlatmadan geçecek kadar tevazu sahibiydi gene… En büyük sıkıntıyı;Azerbaycanlı savaş arkadaşlarının tesadüfen ağzından duydukları cezaevi sözü üzerine, kendine yöneltilen sorulara cevap vermekte yaşadığını, kendide anlatıyor ben de anlıyordum zaten…

Ve Yusuf Ziya Arpacık, o zorlandığı yerlerde kendini anlatıyor, kendini tarif ediyor aslında!..
Komünist Sovyet baskısına kafa tutarak yetişen Azerbaycanlı savaş arkadaşlarına, Ülkücü olduğu için Türkiye’de cezaevine koyulduğunu izah edememiş ve edemeyecektir de çünkü izahı yoktur bu traji-komik uygulamanın…

O sıkıntısını anlatmaya çalışırken Yusuf Ziyalaşıyor Arpacık… Çok öfkelenmesine rağmen, adını vermemesine rağmen Ülkücülükten Geçinen bir lümpenin anlatılmasında da sıkıntılı Yusuf Ziya Arpacık… Başkası olsa, sıradan, avamdan biri olsa elbette elbette anlatmakta yazmakta zorlanmayacak!... Ama sen bilmezsen biz biliriz Yusuf’um!... Kahramanın yaşadığını, kendisini anlatamayacağını biz biliriz Arpacık’ım… Sen ne kadar anlatmasan da, ne kadar satır aralarında saklamaya çalışsan da biz seni tanıyoruz Yusuf’um… Biz seni tanıdığımız kadar da seviyoruz…Hakkımız varsa –Allah huzurunda- sana helal ediyoruz…Sen de haklarını bize helal eder misin Yusufum?...

Önce yüreğine sağlık Dostum… Bileklerin yorulmasın. Yorulmasın ki “Akula”ları bir anda havaya fırlatabilsin… Bileklerin yorulmasın ki “Akula”ları bir anda havalandırınca ses kesen kapıkullarını susturmaya devam etsin!... Ve bileklerin yorulmasın ki ne kadar saklamaya çalışsan da kalemin bazen senden de habersiz satır aralarına yaptıklarını, serpiştirebilsin… Allah(c.c.)’ıma hamdolsun ki varsın Yusuf Ziya Arpacık…Şükürler olsun ki varsınız ve yine şükürler olsun ki tanımakla müftehir olduğum Dostlarımdansınız…

Allah(c.c.) yardımcınız olsun…
TEVEKKELTÜ TAALALLAH…
Selam, sevgi, dua…

*****

16 Ekim 2005, 14:47 TGRT

ARPACIK CANLI YAYINDA

"Kan Fırtınası" ile, tarihi çarpıtmak isteyen sömürgeci güçler ve onların tetikçisi Ermeniler’in yalanlarına karşı gerçekleri yazan Arpacık canlı yayın konuğuydu.

Ülkücü Yazar Yusuf Ziya Arpacık, Pazar günü katıldığı TGRT Canlı Yayında tarihi belgeler ışığında Ermenilerin yaptıkları katliamları dile getirdi.

Program sunucusunun "Neden kamuoyu oluşturamıyoruz?" sorusuna, "Bizim monşerler ve bu tip etkinliklerden sorumlu olan devlet destekli sivil toplum örgütleri maalesef mevcut hükümet adamlarının yabancı ülkelerdeki ticari kavgalarına yardım etmekten, memleket meseleleriyle ilgilenmeye zaman bulamıyorlar" dedi.

15 dakika süren program boyunca birbirinden çarpıcı açıklamalarıyla dikkat çeken Arpacık, doğruları anlatmak için dış dünyaya açılmakta geç kalındığına değindi. "Hükümetlerin düşmanca tutumlarını anlamak mümkün ancak en azından bu ülkelerin halklarına gerçekleri anlatabiliriz" diyen Arpacık hiç bir şey için geç kalınmadığını söyledi.

Program Türkiye’de ve Türk Dünyası’nda ilgiyle izlendi.

Kan Fırtınası, gerçek soykırımı anlatıyor

Azerbaycan-Ermeni Savaşı’nın bilinmeyen yönleri ve ülkücü gönüllülerin mücadelesini anlatan "Kan Fırtınası" adlı kitap yayınlandı. Kendisi de savaşın içinde yer alan Yazar Yusuf Ziya Arpacık, eserinde, karanlıkta kalmış bir çok konuyu aydınlatıyor.

"Kan Fırtınası", Yazar Yusuf Ziya Arpacık’ın "Başeğmediler" ve "Yolbaşı" adlı kitaplarından sonra üçüncü eseri. Yazar, eserinde, 1992-1994 yılları arasındaki Azerbaycan-Ermenistan Savaşını, yaşadıkları ve gözlemlerinin yanısıra, tarihi olaylarla birlikte kaleme almış. İlteriş Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, Türkiye’den giden gönüllülerden oluşan Rüzgar Taburunun yaşadıkları, savaşın seyrine etkileri ve son olarak neden pasifize edildikleri anlatılıyor. Eserde, aynı zamanda bugün Türkiye’yi soykırım yalanlarıyla suçlayan Ermenilerin, Azerbaycan’da yaptıkları gerçek soykırım, belgeleriyle ortaya konuluyor. Bazen gözyaşlarıyla bazen coşkuyla okunacak eser, Azerbaycan-Ermenistan Savaşıyla ilgili karanlık noktaları gün yüzüne çıkarması bakımından oldukça önemli.

İstanbul, 16 Ekim 2005 14:47

*****

Mucip KINA

10 Eylül 2005 Palandöken Gazetesi

KAN FIRTINASI

“Başeğmediler” de bir sosyal katmanın derinliğine ışık tutmuştu Yusuf Hoca. “Yolbaşı” nda Kerküklü Türkmen kardeşlerimizin dramını işlemişti. Geçtiğimiz hafta birlikte olduğumuz bir gün ansızın bir kitap çıkarıp koydu önümüze; “Kan Fırtınası”.

Bir nefeste okuyup bitirdim. Yıllardır belleklerimize işlenmiş Ermeni hikayelerini yaşanmış tecrübelerle adeta belgeleriyle resimleriyle insanların beyinlerine işliyor Yusuf Hoca. Sadece tarihsel gerçekleri anlatmakla kalmıyor, tarihi yeniden yaşatıyor. Hocalı Katliamı ekseninde Ermeni meselesini izaha ve Türk Milletine yeniden ve bir daha hatırlatmaya çalışıyor. Özenle seçilmiş kelimelerle ve yaşanılan gerçeklerin olağan üstülüğü karşısında hayret etmemek mümkün değil. Bir roman hafifliğinde, ama belgsel tadında olağanüstü bir kitap.

Hayatı başlı başına olağanüstü bir öykü olan Yusuf Ziya Arpacık’tan daha çok kitap göreceğiz. Bu değerli hemşehrimizin meselelere bakış açısı ve çözüm önerileri bu günlerde daha bir dikkate değer bulunuyor. Hayatı elif gibi dümdüz geçmiş, dünyaya meta bakımından değer vermemiş, haklı olarak kendince ünü olan Yusuf Hoca’nın yüreğinin genişliği kadar kaleminin ve dünyasının da geniş olduğunu gördük ve kitaplarından çok faydalandık. Kendi deyimiyle bu kitaplarla bu güne kadar yapmış olduğu hizmetlerin kat be kat üstünde hizmet etmiş oluyor.

2001 yılı sonunda bir restoranda beraberken o zamanın MHP İstanbul İl Başkan Yardımcısı rahmetli Osman Aslan’a bir öz eleştiri yaptığını anımsıyorum. Milliyetçiliğin kendisinde müşahhas hale geldiği şahıs olan Yusuf Hoca’nın hemşehrimiz olması ile övünüyorum.

*****

Novruz Hasan Bozalganlı

BALAM, EY BALAM!..

2002 senesinin sonbaharında Azerbaycan’ın en büyük gazetesi olan Yeni Müsavat’ın genel yayın yönetmeni Rauf Arifoğlu, köşesinde şöyle yazıyordu; "Türkler tarih yaparlar ama yazmazlar."

Arifoğlu ne kadar da haklıydı… Zaman zaman kendi tarih bilgimizi yabancı kaynaklardan almak zorunda kalmaktayız. Bu kavramların ise ne kadar tarafsız olacağı ortadadır. Fakat yazı dünyasında meydanı yad ellere bırakan bu mantık artık değişmektedir.

"Kılıçlaşabilen yürek, gün gelir kılıç kadar keskin kalemlere de dönüşebilirdi. Nitekim Yusuf Ziya Arpacık bu vadiden kopup geliverdi" diyordu Çetin Baydar ‘Başeğmediler’ isimli ilk kitap yayınlandığında.

Yusuf Ziya Arpacık bir yandan faal mücadelesini sürdürürken diğer yandan endişelerini, duygu ve düşüncelerini yazdığı kitaplarla milletimize ulaştırmak ve yeni nesilleri "Türk Dünyası" meselelerine karşı daha duyarlı hâle getirmek azim ve gayreti içerisindedir.

Arpacık ile ilk karşılaşmam 1992’nin sonuna doğru olmuştu. Bu tanışma, Tovuz şehrinde Türkiye’den Azerbaycan’a yardıma gelen Ülkücüler için kurduğumuz "Rüzgâr Kampı"nda başladı. Bende bıraktığı ilk intibayla ciddi görüntülü, az konuşan, gözünü kırpmadan her an sıcak savaşa hazır olan bu dev cüsseli kardeşimizi çözmek hiç de kolay değildi. Acı-tatlı birçok günler yaşadık.

İki yıl geçti ve Azerbaycan’da Elçibey yönetimi bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılırken, ben de Türkiyemiz’e yerleşmek zorunda kaldım. Bu yıllarda Yusuf Ziya Arpacık’ı daha yakından tanıma imkânı buldum. Türkiye’de yaşadığım günlerde öğrenecektim ki; Arpacık, 1980 öncesi ‘sağ-sol davası’ gibi gösterilen ama aslında Türk Devleti’nin ‘var olma-yok olma’ mücadelesi sürerken cezaevine düşmüş ve 10 seneden fazla kaldığı hücrelerden çıktıktan sonra başlayan "Karabağ Savaşı" sırasında da, gece-gündüz çalışarak sahip olduğu arabasını satıp yol masrafları yaparak Azerbaycan’a, bizlere yardıma koşmuştu.

Arpacık, yaşadıklarını ve yaptıklarını anlatmayı pek sevmese de, beraber olduğumuz günlerde elde ettiğim birikimleri bu kitabın önsözünde sizlerle paylaşmak istedim. O, vatanını, bayrağını karşılıksız seven ve bu kutlu sevda uğruna çok ağır bedeller ödeyen ve bir ‘Altın Nesil’ olan ‘Ülkücü Camia’nın mensubu ve bu süslü hazinenin taşlarından biridir.

"Başeğmediler" kitabında Arpacık canından çok sevdiği Türkiyesinin cezaevlerinde gördüğü işkenceleri ve bu zulme karşı bir kale gibi duran "Ülkücü İsyanı" anlatmaktadır. Normalde bu işkenceleri gören biri, bunu yapan devlete karşı kin kusmalıdır. Ama onun yaşantısında bu beklentinin tam tersini görmekteyiz... Ona göre; işkenceciler tarihin çöplüğünde kaybolup gitmiştir. "Devlet-i Ebed Müddet" ilkesi ise kıyamete kadar yaşayacaktır.

Bu karşılıksız karasevdayı takdirle izliyordum. Bütün Ülkücülerde gördüğüm katıksız, yalın vatan sevdası.

1994 senesinde Azerbaycan için canım çok sıkılmaktaydı. Bunun farkına varan Arpacık, Erzurum havalisinde PKK örgütünün daha yeni yaptığı "Yavi Katliamı"nı da gerekçe göstererek:

-Emi can. Birlikte Erzurum’a gidelim. Hem sana biraz değişiklik olur, hem de katliam yapılan köyü ziyaret eder ve oradaki kardeşlerimize moral desteği veririz.

Hemen razı oldum. Havaalanında uçak bileti alırken yaşadıklarımdır bana bu olayı yazdıran. Bilet fiyatını söyleyen gişe elemanından Arpacık listeye daha dikkatli bakmasını rica ediyordu. Sonunda, satış memuru kız:

-Bilet ücreti söylediğim gibidir.

O ana kadar bana öyle geliyordu ki; Arpacık fiyatları fazla bulduğu için bu kadar ısrar etmişti. Sonunda:

-Haberlerde uçak fiyatlarına zam geldiğini duydum. Parayı az almayasınız diye tekrar sordum.
Sovyetlerin çıkar merkezli rejiminde yaşamış biri olan benim için bu olay oldukça ilginçti. Ben ona:

-Neden bu kadar ısrar ettin, diye sorunca da çok ibretli bir cevap aldım:

-Biraz fazla para verirsek bize bir şey olmaz ama devletimizin hazine havuzu dolar ve taşar.

Bu olay, Sovyet sisteminde bunun tam tersini görmüş biri olmam dolayısıyla, benim için Türkiye’de aldığım çok önemli bir hayat dersiydi. O günlerde bana öyle gelmişti ki; Türkiye’de yaşayan herkes Yusuf Ziya Arpacık gibi düşünmektedir. Sonraki yıllarda neler gördüm neler!..

Evet Azerbaycan’da tanıdığım Arpacık’ı Türkiye’de yaşadığım yıllarda daha yakından izleyebiliyordum. Şahsî arkadaşlığımız dışında "Başeğmediler" kitabından bu vatan için seve seve canını vermeye hazır olanların başına gelenleri ve onların soylu duruşunu okuduk, öğrendik. Nerede bir Türk varsa orayı vatan toprağı kabul eden Arpacık’ın "Yolbaşı" kitabında, Irak’ta yaşayan Türkmen kardeşlerimizin mücadelesini öğrendik.

Elinizdeki kitap "Kan Fırtınası" ise Arpacık’ın üçüncü kitabıdır. Bu kitapta yazar, kendisinin ve arkadaşlarının bir başka Türk vatanı olan Azerbaycan’da yaşadıklarını ve gözlemlerini kaleme almıştır. Bu eserin Türkiye okuyucusunun Karabağ savaşıyla ilgili bilmediği karanlık noktaları aydınlatacağından oldukça eminim.

Azerbaycan’ın kahraman oğulları, topraklarını kanları pahasına geri almaya her zaman hazır olsalar da, dünyadaki Ermeni destekçileri şimdilik rüzgârı arkasına almış görünüyorlar. Dünya güç dengeleri, ‘Türk Dünyası’nın tam orta yerinde Ermenistan’ı yok yerden var ettiler ve desteklerini de sürdürmektedirler.

Damarlarında Müslüman kanı akan ve dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Ermeniler hakkında şu doğru tesbiti yapıyordu:

-"Tı trus, tı rab, i Armian", sen korkak, sen köle, daha da fenası sen Ermeni’sin.

Evet, Puşkin’in bu tam isabetli vuruşla tarif ettiği Ermeniler, Türk dünyasının başına bela oldular. Ama Yusuf Ziya Arpacık’lar var oldukça düşmanlarımızın, Türkler’le ilgili kötü niyetleri baş tutmayacaktır.

Ben de Puşkin’in sözlerini bizim için uyarlıyorum:

-Sen kahramansın, sen özgürsün, daha da önemlisi sen Türk’sün!..

*****

Muhammed SALİH

ZAFER TACI

Şanlı Türk tarihini incelerken, zengin maziyi günümüzle mukayese etmeden de geçemiyoruz. Geçmişin göz kamaştırıcı zaferlerle dolu olan tablosu, geleceğimize yön verirken şüphesiz bizim en kıymetli başvuru kaynaklarımızdan birisi olacaktır.

Bugün Türk Dünyası, yüksek meziyet sahibi aydınlara ve onların yürüteceği ahlaklı siyasete oldukça muhtaç bulunduğu hassas bir dönemden geçmektedir.

Kanaat önderlerinin tutum ve davranışları milletimiz için hayati bir önem arzetmektedir.

Yusuf Ziya Arpacık kardeşimin yazdığı bu kitap bunun ne kadar hakikat olduğunu tarihi misaller vasıtasıyla hatırlatıyor. Tarihin altın yapraklarını süsleyen Türkler bugün o ihtişamdan uzaktaysa eğer, bunun var olan sebeplerinin irdelenmesi ve çok iyi bir şekilde tahlil edilmesi gerekmektedir.

Bu ağır duruma bir çözüm bulmak, maddi ve iktisadi ihtiyaçlara çare bulmaktan daha çok önemlidir. Böylece, sağlıklı bir teşhis sonunda tespit edilen önemli noksanlar ve belirgin zaaflar giderildikten sonra “Türk birliği” yolunda daha emin adımlarla ilerlemek mümkün olabilir.

Oysa, kendi halkına zulüm yapan bir “Özbekbaşı” ya da “Türkmenbaşı” çıkıp: “Buyurun, gelin, Türkistan bütün Türklerin evidir!” der ise, buna kimse inanmaz.

Ya da boğazına kadar yolsuzluk ve rüşvete batan başka bir lider çıkıp: “Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk dünyası!”, diye konuşursa, bu da bir anlam ifade etmez. Sözler çok etkileyici, tanımlar çok çarpıcıdır. Ancak, bu güzel ve arzulanan kavramların döküldüğü ağızlar da yüce milletimiz tarafından bir uzman doktor titizliği ile incelenmekte ve itinayla sorgulanmaktadır.

Sınırlarımız elbette siyasi coğrafya çizgilerinden ibaret değildir. Muhteşem tarihimiz tabii ki atlas sayfalarındaki hudutlarla kilitlenemez.

Türk Dünyasının bütünleşmesi üzerine bugüne kadar yapılan konuşmalar beklenen sonucu vermedi. Tam tersine, boşuna sarf edilen laflar sebebiyle bu yüce gaye yıprandı. Ortak Türk Alfabesi gibi kolay bir düzenlemeyi bile beceremeyen sözde liderler daha ciddi atılımları idrak etmeye kabiliyetli olmadıklarını ortaya koydular.

Ancak bu bağlamda yoğunlaşan çalışmalar millet nezdinde devam ediyor. Bu faaliyet, çevreden merkeze doğru yuvarlandıkça büyüyen ve güçlenen bir seyir izlemektedir. Bu güzel gayretler mutlaka belirleyici olacaktır.

Türk Dünyasının haklarını savunmak için kimseden icazet almaya ihtiyaç yoktur. Elinizdeki “Gün Doğarken” adlı kitapta bu dava uğruna kanlarını nehir, huzur ve rafah için bedenlerini köprü yapan kahramanların amansız kavgalarını ibretle okuyacaksınız. “Ben köprü olmaz isem eğer, karşı kıyıya nasıl geçilecek?” diyerek ileri atılan sevda savaşçılarının soylu mücadelesini okurken yarınlar adına daha da umut dolu olacaksınız.

Ya bedel ödeyeceklerdi, ya vebal... İlkini tercih ettiler, can verdiler... Sonrakilere hür ve müreffeh bir hayat bırakmak için kanlarını sebil ettiler. Aynı fedakârlığı göstermek bizim de boynumuzun borcudur.

Bu etkinlikleri herhangi bir süper gücün siyasi hesaplarının istek ve doğrultusunda değil, gerçek bir milli şuur içerisinde, hedeflerimizi bilerek yapmamız lazım. Ben bu serzenişi sözde siyasi liderlere yapmıyorum, onlardan umudum yok. Bu sitemi sivil kuruluşlara, derneklere, onların gönüllü üyelerine yani dava adamlarına yöneltiyorum. Ancak siz bir şeyler yapabilirsiniz, ancak siz Urumçi'de, Kerkük'te ve daha birçok bölgede Türklere karşı uygulanan yok etme çalışmalarını durdurabilirsiniz! Uyum ya da entegrasyon ambalajıyla süslenen fakat tam bir asimilasyona dönüşen batıda meskûn Türklere yönelik tahribatı siz engelleyebilirsiniz!

Her şeye rağmen önümüzdeki günlerin çok daha güzel ve hayırlı olacağı inancındayım. Yeni nesil, bilgi ve heyecan ile donanımlı olarak bu meselenin yakından takipçisi olacaktır. Biraz fazla çaba göstererek bu yolu iyice kısaltmak ise bizlerin elindedir. Biz, bu uğurda çaba sarfetmek ve gayret göstermekle mükellefiz.

Ben, Türk kavimleri'nin er ya da geç kesinlikle birleşeceğine inanan bir idealistim. Böyle bir birliktelik, hem mazlum milletlerin geleceği hem de dünya barışı için çok önemli bir aşama teşkil edecektir.

Huzur adına önemli katkılar sağlayacak olan bu muhteşem birlik, kan çanağına dönen yerkürede emniyet ve refah adına atılmış en önemli adım olacaktır.

Birleşme… Bütünleşme… Tekleşme…

Bunu düşünmek ve şiddetle arzu etmek ne güzel eylemdir, bir bilseniz…

*****

Nebiye YAŞAR

Sn. Yusuf Ziya Bey’e,

“Gün Doğarken” gerçekten yazılması gereken çok özel bir eser olmuş. Cesaretinizi gönülden kutluyorum. Sizin gibi davasına sevdalı nadide şahsiyetler olmalı ki, tarihimiz için o kutsal ışık yanmaya devam etsin. Bizler de sizin o ulvî yolunuzdan devam edelim.

Çok etkilenerek okuduğum yazdıklarınızın her sayfasında size daha fazla gıpta duydum.

Salahi Bey’e edeceğim teşekkür, bana bu çalışmayı okurken kazandırdıklarınız ve hissettirdikleriniz yanında çok aciz kalacak. Selam ve dua ile…

*****

Saat 02.35

YamanTürk

SEVDA'NIN YOLUNDA HAYATIN NE ÖNEMİ VARDIR!

İyi bir okuyucu için, bir eseri beklemek sancılı bir süreçtir. Kimi zaman kutlu haberler getirecek bir ulağı beklemek kadar heyecan verici, kimi zaman da bir şairin yüreğinde harmanladığı ancak kalemden dökülmemek için, yaramaz çocuklar misali ayak direyen mısraları beklemesi gibi ıstırap vericidir.

Hele ki bu eser daha önce eşsiz lezzetlerle bezediği gönül sofrasında sizi ağırlayan, yaşantısının her anı, inancının referansı olan bir kaleme aitse beklemek artık sıradan bir eylem olmaktan çoktan çıkmıştır. Beni sadece yazılarımdan tanıyan okuyucularımız abarttığımı düşüneceklerdir şüphesiz. Ancak kitaplara olan özel ilgimi ve hassasiyetimi bilen dostlar sanırım bu “halet-i ruhiyemi” anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir.

İşte Yusuf Hoca’mın kaleme aldığı ve iki yıllık titiz bir çalışmanın ürünü olan GÜN DOĞARKEN isimli kitabı bu duygu sarmalı içerisinde adeta bir hastanın dermanını beklediği gibi bekliyordum günlerdir. Nihayet bugün ikindi vakti ulaştı elime. Matbaadan çıkan ilk deneme baskısı.

İki gündür aralıksız yağan ve neredeyse bir metreye ulaşan kar yığınları arasından hızlı adımlarla geçerek güç bela eve ulaştığımda çoktan hava kararmıştı. Sakalıma, saçıma yapışan kar tanecikleri kristalleşmişler, neredeyse kardan adam olmuşum ama umurumda değil. Sırtımı kalorifer peteğine dayayıp bir yandan ısınmaya çalışırken, okumak için sabırsızlandığım kitabın sayfalarına çoktan gömülmüştüm bile.

Henüz 10 yaşında bir çocukken, Erzurum Genç Ülkücüler Teşkilatı’nda BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’ in “Babur kimdir? Bir okuyun, araştırın. Türk’ün azmi, güç ve iradesi onun şahsında nasıl tecelli etmiş bir bakın…” nasihatini emir telakki edip, her türlü güçlüğe rağmen onlarca yıl sonra Baburşah’ı ve “ALTAYLARDAN TUNA’YA TÜRK’ÜN AYAK İZLERİ” ni takip eden Yusuf Hoca’mla beraber Türkistan Coğrafyasında tatlı bir seyahate çıktım.

Babur Bağı’nı dolaştım adım adım. Mezar-ı Şerif’ te Hz. Ali Türbesi’nden O’nunla beraber saf tuttum.

Belh’ te Mevlana’nın ayak izlerini aradım. Hemşehrileriyle tanıştım. Sefaletin kol gezdiği coğrafyada asaletin timsali Türk’lerle kucaklaştım.

Hindikuş Dağları’nda, Saleng Geçidi’nde buz tutmuş gölekten süzülen billur sulara dayayıp ağzımı kana kana su içtim.

Çegan tepesinde, Turan Soylu Yiğit Savaşçı Enver Paşa’ nın şehit düştüğü tepede, Yusuf Hoca’mla saf tuttum, Babo Beyan’la gözyaşlarımı yüreğime akıttım..

Zaman zaman hayatın hakikatlerini bir tokat gibi hissettim yüreğimde. Yusuf Hocam’ın “Hindikuş Dağları’ndan Bayrak sevdalılarına selam olsun” mesajını geçtiği Şehit Binbaşı Zafer KILIÇ’ ı Fatihalar’ la yâd ederken, aynı gün bana da gönderdiği ve kutsal bir emanet gibi halen sakladığım aynı mesaja bir kez daha baktım telefonumdan. Bizi de kâmil şehitler kervanına katması için yakardım Allah’a:

“Ya Mûntakim Allah!.. Bizi intikamına memur eyle…”

Ve hiç yanımdan ayırmadığım, Hoca’mın Çegan Tepesi’nden getirdiği, şehit kanlarıyla sulanmış o mübarek toprakları öptüm bir kez daha. Islattım gözyaşlarımla. Allah’ıma bir kez daha Hamd-ü Senalar ettim beni Türk yarattığı için.

Şu an saat 02.32..

Tıpkı yazarın önceki kitaplarında olduğu gibi, bunu da bitirmeden bırakamadım elimden. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bu kitap tam bir yürek taşkını. Aşkla yazılan bu eseri aşkla okumak, özümsemek, yudumlamak gerekir diye düşünüyorum.

Yüreğimde ılık bir meltem esintisi ve karşı konulmaz bir coşku var. Kirpiklerim dumanlanmış ama gülümsüyorum. Gezdiğim coğrafyanın etkisinden midir nedir, Şeyh Galib’in ölümsüz dizeleri dökülüveriyor dudaklarımdan:

Âh mine’l-aşk ve hâlâtihî
Ahraka kalbî bi-harârâtihî

Ve yüreğimle imzalıyorum: “Sevda'nın yolunda hayatın ne önemi vardır!...”

*****

Osman Batur’un torunu

Örkenbek NEBİOĞLU

OCAĞIMIZ

Çocukluk günlerim, Osman Batur ve dava arkadaşlarının kahramanlık öykülerini dinleyerek geçti. Altay dağlarının doruklarından gelen temiz hava, çiçek kokuları ve dombura sesleri arasında hep onları dinledim.

Can ocağı Altay, kahramanlar diyarıdır. Kutlu bir ocaktır. Dağları ulu, insanları soyludur.

O vakitler tek hayalim, Altay Türkleri’nin 20. yüzyılda yaptığı o büyük mücadeleyi anlatabilecek bir zemin oluşturabilmekti. Atalarımızın ruhlarını şad edebilmek için bu anlamda çalışmalar yapmamız gerekiyordu.

Osman Batur ve arkadaşlarının soylu kavgasını bilmeyenler, böylece öğrenmiş olacaktı. Bu amaçla 2006 senesinin Aralık ayında Kazakistan Cumhuriyeti'nin başkenti Almaata'da Osman Batur Vakfı'nı kurduk. Bu vakıf sayesinde çeşitli etkinlikler düzenleyerek atalarımızı yâd ediyoruz.

Osman Batur, sadece bölge Türklerinin değil aynı zamanda masum ve mazlumların da simgesi olmuş, bir direniş destanıdır. Kanla yazılan bu destanı çok iyi okumak, anlamak ve anlatmak lazımdır.

Geçmişimizin çile ve acılarını bilmeden, bugünümüzün kıymetini anlamak mümkün değildir. Geleceğimize sağlam ve emin adımlarla yürümek için mazimizin ışığından istifade etmemiz gerekmektedir.

Bu bütünlük içerisinde uzak ve yakın tarihimize sahip çıkarak yarınlarımızı düzenlemeliyiz. Bizim güç ve enerji kaynağımız, zengin tarihimizin bal damlalarında saklıdır.

Osman Batur, şanlı Türk tarihinin büyük kahramanlarından birisidir. Onun yaydığı ışık bugün Doğu Türkistan'ın olduğu gibi, bütün Türk Dünyası'nın da yolunu aydınlatmaya devam etmektedir.

Dedem Osman Batur'un 110. doğum yıldönümünde, onun mücadelesini gerçek ifadelerle anlatan böyle bir kitabın yayınlanması bizi mutlu etmiştir. Bu kitabın, "Başeğmediler" adlı eseriyle yakından tanıdığımız Yusuf Ziya Arpacık hocamızın kaleminden çıkmış olması ise ayrı bir memnunluk sebebidir.

Bugün ve gelecekte Osman Batur'un adı ve zorlu mücadelesi gönüllerimizde yaşamaya devam edecektir. Onun ve silah arkadaşlarının hatıralarını canlı tutmak elbette bizim görevimizdir.

Bu bağlamda, Osman Batur'un şehadet vakti olan 29 Nisanlar değerlendirilerek, çeşitli anma toplantıları düzenlenmeli, oyunlar sergilenmeli ve toplu etkinlikler yapılmalıdır.

Osman Batur ve şanlı mücadelesi canlıdır, diridir.

Onun duygu ve düşünceleri, takipçilerinin bedenlerinde hayat bulmaya devam etmektedir.

*****

Nebiye YAŞAR

Yusuf Ziya Bey’e ithafen;

Çok değerli ve gönlü güzelliklerle dolu özel insan;

Yazdıklarınızla okuyanlara öyle güzel mesajlar ulaştırıyorsunuz ki,

Türk olmanın onurunu, şanını ve gücünü; inancın ruhlarımıza ve hayatımıza kattığı mana ve değeri...

Dua ve namaz ancak bu kadar güzel ve derinden hissedilip satırlarda ifadesini bulabilirdi. Rabbim razı olsun sizden gönlü güzel insan...

Yaşadıklarınızı ve hissettiklerinizi öyle güzel ifade etmişsiniz ki, her cümleniz kitapla buluşma şerefine nail olacaklara özel mesaj niteliğinde...

Rabbim sizinle olsun. Selam ve dua ile.

*****

Mustafa Abdülcemil KIRIMOĞLU

CAN SUYU

Yüzyıllardan beri, Türklerin başına gelmedik felaketler kalmamıştır. Facialar, soykırımlar, sürgünler işkenceler… Bu kadar büyük bir coğrafyada yaşayan Türkler, kendi başlarına gelen acılarla uğraşmaktan, kendi kandaşlarının acılarına maalesef sadece uzaktan bakınmakla yetinmek zorunda kalmışlardır. Tabiri caizse ateş düştüğü yeri yakmıştır. Yanan bu ateşi yüreğinde hissedip, söndürmek isteyenlerin başına da yeni ateşler yakılmıştır.

Elbette, Türklerin yaşadıkları zulüm sonsuza kadar devam etmeyecektir. Bir gün olacak devran dönecektir. Buna olan inancımız tamdır.

Atamız, İsmail Bey Gaspıralı’nın “Dilde Fikirde İşte Birlik” şiarını iyi anlayabilirsek, kurtuluşumuzun daha yakın olacağı inancındayım.

20. yüzyılın başında yaşanan komünist rejimle birlikte, bölge Türkleri arasında kopukluklar oluşturulmuş, bağlar neredeyse yok olma seviyesine getirilmiştir.

Eski Sovyetler Birliği içerisinde ezilen, asimilasyona zorlanan Türkler, Sovyet rejiminin yok olmasıyla birlikte, yeniden var olma mücadelesi yapabilmektedir. Ancak, halen Çin Halk Cumhuriyeti içinde ezilmeye devam eden Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz için aynı şeyi konuşamayız. Doğu Türkistanlı kardeşlerimize yapılan zulüm devam etmektedir. Bunları duydukça, onlar için dua edip, elimizden bir şey gelmemesinin üzüntüsünü yaşamaktayız.

Parçalanmış büyük Türk Dünyasının tarih sahnesinden öyle büyük insanlar gelip geçmiştir ki, bu insanlar, yaptıkları kahramanlıkları, kendi halkı için yaptığı büyük işleri hatırlamamak, anmamak mümkün değildir. Ne yazık ki, bu büyük insanlar, çok iyi tanınmamaktadır. Kırım sularına atılan, Kırım’ın ilk Başbakanı Noman Çelebi Cihan’ı kaç kişi bilir? Doğu Türkistan Türklerinin kurtuluşu için yaptığı mücadelesiyle, davası uğruna canını seve seve feda eden Osman Batur’u kaç kişi tanır?

Milletine can suyu verip, zulüm zamanlarında onları ayağa kaldıran bu müstesna şahsiyetlerin çok yakından tanınması ve mücadelelerinin bilinmesi lazımdır.

Daha birçok tanınmayan veya az tanınan Türk kahramanları vardır. Bu kahraman insanlarımızı, kendi evlatlarımıza, bizden sonra gelecek nesillere tanıtmak, tarih sayfalarında layık olduğu yere taşımak için bizlerin yapacağı, onlar ve yaptıkları hakkında bolca araştırmalar yapmak, makale ve kitaplar yazmaktır. Yazılanları ise okumaktır!

Yusuf Ziya Arpacık kardeşimize ve bu esere emeği geçen herkese teşekkürü bir borç biliyor ve bu çalışmanın Türk Dünyası kahramanlarının tanıtılmasına örnek olmasını temenni ediyorum.

Allah, Türk Milletinin yâr ve yardımcısı olsun.

 

  Siyasi Biyografiler  ( Kim Kimdir ? )  /  Kategoriler
Milletvekili Adayları
Ak Parti Milletvekili  Adayları CHP Milletvekili Adayları
MHP Milletvekili Adayları DSP Milletvekili Adayları
DP Milletvekili Adayları Has Parti Milletvekili Adayları
SP Milletvekili Adayları BBP Milletvekili Adayları
  Milletvekili    Başbakan
 Belediye Başkanı     Bakan
 Cumhurbaşkanı  Parti Başkanı
 Siyaset Adamı  TBMM Başkanı
  Siyasi Biyografiler  ( Tüm Kategoriler )  / Alfabetik Liste